13 Haziran 2013 Perşembe

eyvah yoksa marjinal mi oldum?


Sevgili günlük,
Çok tuhaf şeyler oldu. Her şey sonradan çapulcu olduklarını öğrendiğimiz bir grubun Gezi Parkı’ndaki ağaçlara sarılmasıyla başladı, sonra onlara marjinal gruplar eklendi. Oysa “her yer beton, her yer rezidans” ilkesiyle nezih bir ortam yaratılmak isteniyordu. Taksim gibi şehrin terk edilmiş bir bölgesine böylece daha fazla insan ve araba çekilebilecek, İstiklal Caddesi'ndeki kahve zincirinin otuz ikincisi açılabilecek, ağaç altında aylak aylak, hiç para ödemeden oturanlar –ne gamsızlık!- temizlenecekti. Hepimizin istediği de bu değil miydi? Vatandaşlık görevimiz çocuk doğurup ekonomiyi canlandırmaktı, boş boş parkta oturmak değil! Birileri gayrı safi milli hasılalı cümleler kurdu, marjinal gruplara ve sırf ekonomiye zarar vermek, polisi kötü göstermek için yaralananlara kızdı.

Arada yumuşak bir ses tonuyla aklıselim deyip duran birileri de oldu. Her defasında sözlüğe bakmak zorunda kaldım. Bir de bağıran adam vardı. Sokaktakilere karşı çapul, çaput, paçavra gibi birtakım sert ünsüzlerden oluşan kelimeleri sıralıyordu ve evde oturanlara onları şikayet ediyordu. Ne çok marjinal grup vardı, Fırtına Vadisi marjinalleri, LGBT marjinalleri, etraf marjinalden geçilmiyordu. Herkes şuna yeter, buna yeter diye bağırıp duruyordu. Ben de arada bağırıyordum acaba ben de mi marjinalim diye içime bir kurt düştü. Marjinaller doğrusu çok gürültü yapıyorlardı, o yüzden haber kanalları insanların kafası rahatlasın diye penguen belgeselleri yayınladı, fakat kimseye yaranamadı. (Oysa ne tatlı hayvanlardır! Şahsen ben çok severim ve takdir ederim. Soğuktan hiç şikayet etmezler.)

Sonra o ilk baştaki çapulcular bu bir haftada “yavrularımız, evlatlarımız” oldu, valimiz ıhlamurlar altında aşkla bağlandı bu gençlere. Marjinallerin çok miktarda polisi yaraladığı, olayın sorumlusunun da birtakım lobiler ya da kobiler (bobiler de olabilir) olduğu ortaya çıktı. Sonra valimiz çıktı, iyice küçülen çapulculara “çocuklar, agucuklar, anneniz nerede bakayım sizin?” dedi bir baba şefkatiyle. “Cici, cicisiniz siz,” diye onları sevdi. Onları emrindeki polislerden korumaya çalışıyordu. Ama naapsın, olmadı. Polisler başka yerlerde de göstericiler karşısında canla başla çalıştı, haşerelere karşı mücadele verircesine. Kafka görse gözleri yaşarırdı. Cidden! Etraftaki kuşlar pıt pıt düştüler. Yasa dışı olabilirlerdi.

Bu arada bir adam çıktı, ülkeye kurşun dökmenin hepimize iyi geleceğinden bahsetti. Anlayacağınız marjinallik diz boyuydu! Bir ara, tüm bunların ortasında neden sokakta deniz gözlüğü ve baretle geziyorum, penguenler nasıl üşümüyor, polis bizi kimden koruyor ve bizi polisten kim koruyacak diye epey düşündüm. Bu filmi bir yerden hatırlıyordum. Sonra diren hafıza dedim, diren hafıza. Gerisini hatırlamıyorum:)