31 Aralık 2010 Cuma

şirin baba mı noel baba mı

sevgili günlük,
ikisinin de beyaz sakalı ve kırmızı takkesi olsa da arada çok fark var...

- bir kere şirin baba çok çevreci. dırıt dırıt dırııt müziği eşliğinde her yere pıtır pıtır yürür. noel baba ise üşengeç biraz, altında 9 ren geyiği, bakkala bile onlarla gider.

- noel babanın dublör kullandığından şüpheleniyorum. (o koca göbüşüyle bacadan filan girdiğini sanmam. zaten saçını sakalını kirletmek istemez.) şirin baba sakalı çıkan tek şirin olduğundan istese bile dublör bulamaz.

-noel babada tam anlayamadığım umursamaz bir neşe vardır. (hayat sana güzel noel baba!) biraz kıskanırım kendisini. şirin baba ne zaman keyiflense şirinlerin başı sıkışır, hemen kapısı çalınır. yok kitap karıştır, yok böğürtlen dikeni bul iksir hazırla,. adamcağıza tatil yok.

- şirin baba münir özkuldur, noel baba da hulusi kentmen...

böğürtlenli şirinlemelerle dolu şirin bir yıl şirinliyorum herkese...(kendi adıma da uzak bir yerleree şirinlenmeyi diliyorum şirin aşkına!)

22 Aralık 2010 Çarşamba

ne kitapsız ne kedisiz

Sevgili Günlük,
Kediler mi kitapları seviyor kitaplar mı kedileri?

biraz yavaş lütfen, yol tutuyor da...

sevgili günlük,
merak ediyorum "yaşamak değil beni bu telaş öldürecek" diyen şair şu an için ne derdi acaba?
belki de şiirini tamamlayamazdı telaştan.

sevinçli bir telaş nedir onu da hiç bilmiyorum ben...

biraz yavaş, lütfen...herkes bi dursun. su içeceğim ben.

21 Aralık 2010 Salı

yine devlet dairesi!

Sevgili Günlük,
Devlet dairelerine gittiğim zamanlarda kendimi oyalayacak bir şeyler bulmam gerekiyor...Lütfen beni böyle kabul et.
Evet bugün resim yapmadım, bugün saydım. Sayılarla bugün :

Geçilen güvenlik kapısı sayısı : 5
Birbiriyle çelişen yorum sayısı: en az 4.
Duyduğum "bilmiyorum, internet sitesinden bakın" sayısı : 6
Duyduğum "öyle sanırım ama siz yine de bir sorun" sayısı: 3
Şıkırdayan çay kaşığı sayısı: en az 14 (ikincileri saymadım, huzurla sarmalandığımdan olsa gerek)
Boş odada kimi olduğunu bile bilmeden birilerini bekleme durumu: 2
Boş odaya kimi olduğunu bile bilmeden birilerini beklemeye gelenlerin sayısı: en az 8
Boş odaya gelip kimsenin gelmeyeceğini söyleyen görevli sayısı :1
Dostoyevsky'den çerçeveletilmiş bir özdeyiş : Bunu sen tahmin et bakalım.
Ortalıkta gerinen kedi sayısı : 0
Ortalıkta gerilen kişi sayısı : en az 1.

19 Aralık 2010 Pazar

blokflüt çalıyorum!

Sevgili Günlük,
Bugün kitaplığın kuytu bir köşesinden blokflüt metodu çıktı. Sanırım kitaplığımı bir gözden geçirmem gerekiyor. (Hayat bilgisi defterim ve beslenme çantam da bir yerlerden çıkacakmış gibi geliyor.)

Ya da tekrar blokflüt çalmaya başlayayım...Tü tü tü diye üfleyeyim. Sonra da ver elini postacı, fış fış kayıkçı...

Ha bir de şu var:
Emineeem eminem köyüümün güzeli dağlaraa gel emineeem...

Nerede blokflüt nerede Justin Bieber sevgili günlük...Hüzünlendim birden. En iyisi gidip şekerli yoğurt yiyeyim.

1 Aralık 2010 Çarşamba

peki ama bir kedi bunu yapabilir mi?

Sevgili günlük,
Hayattan keyif alma konusunda bir şeyleri kaçırıyorum ama neyi? Biliyorsan lütfen söyle...(Yoksa güneşli havaları ben de seviyorum...)




21 Kasım 2010 Pazar

Uçaktan korkanlara müthiş öneriler

- Uçağa birlikte bindiğin insanlara iyi davran, onlar "kader arkadaşların" senin!

- Hostesin yanından hızlıca geçip gitmesini türlü kötü anlamlara yorma. Koşuyorsa biraz düşünebilirsin tabii...

- "Acil çıkış kapısında oturanlar bu vahim görevin altından kalkamayacaklarsa şimdiden söylesinler" dendiğinde paniğe kapılma. "En kötü ihtimalle ölürüm" diye düşünüp kendini rahatlatmaya çalış. Dikkatini başka şeye yönelt, uçakta bu kadar domates suyunu kim içiyor, onu düşün mesela.

- Uçuş bilgilerini takip ederken yükseklik kısmını atla. Çünkü aklının alamayacağı kadar yüksektesin ve ne yapsan nafile! Evet, dışardaki sıcaklık da -70 derece. Ne sandın???

- Herhangi bir mikrofon sesinde "evet elimizde olmayan nedenlerle düşmek üzereyiz, acil çıkışlarda oturanların kasmasına gerek yok," gibi bir felaket anonsu bekleme. En kötü ihtimali aklına getirip rahatla.

- Huşu içinde pilotun sesini dinle. Bak nasıl da rahat! Hayır uykusuz değildir, eşiyle kavga filan da etmemiştir. Hem bir tane daha pilot var zaten. İkisi birbiriyle kavga etmiş midir acaba? Hayır, hayır, bunları düşünme ve gevşe. Domates suyuuuu....Domates suyuuu....

- Uçakların en güvenli taşıt olduğunu iddia eden istatistiklere inanma. Başına gelirse YÜZDE YÜZ senin başına geliyor işte. Hem ne biliyorsun, belki de sıra sende :)

Hadi bakalım, iyi uçuşlar! Mu hahaha!!!

9 Kasım 2010 Salı

yıllar yıllar sonra...

Sevgili Günlük,
Yıllar yıllar sonra insanlar bizim yaşantımıza bakıp ne yorumlar yapacaklar çok merak ediyorum. Sırf bu merakımdan zaman makinesine bile girmeye razıyım (Sevmem öyle makineleri ben sevgili günlük. Asansöre bile binmem. 6. kattan yukarıda oturanlarla ve kapı zilleri bir dokunuşta uzun uzun çalanlarla arkadaş olmam. Bu ikincisi çok kritik, sevgili günlük.)

Bana kalırsa anlamakta en çok zorlandıkları şey televizyon olurdu. Muhtemelen şöyle derlerdi: "Evlerdeki ortak mekanda, etrafa hakim bir köşede tuhaf sesler çıkaran kutsal bir kutu olurdu. Tüm aile akşam ayininde karşısına geçer, gözlerini oradan ayırmadan, odanın ortasına konan kutuya yüce bağlılıklarını sunarlardı."

Tabii maç izleyenler bence ayrı bir kategoride değerlendirilirdi. Daha itikatlı kişiler olarak mutlaka...

4 Kasım 2010 Perşembe

uçan balonlar

Sevgili Günlük,
Uçan balonların ömrü uzatılmalı. Ertesi sabah karşında can çekişen bir uçan balon görmek çok moral bozucu. Benim çocukluğumda da bu böyleydi. O günden bugüne bu teknolojinin hiç ilerlememiş olması esef verici...

Kaçanların gökyüzünde toplandığı bir yer var mı acaba?

3 Kasım 2010 Çarşamba

Mutluluk pıtırcığı Heidi

Sevgili Günlük,
Canımın sıkkın olduğu günlerde Heidi'yi düşünüyorum. Epey işe yarıyor. Heidi, neredeyse şekerli yoğurt gücünde!

Heidi üzerindekileri filan çıkarır, kırlarda yalınayak koşup gülerdi, tombik bulutların arasında sallanır, keçisiyle gezip dolaşırdı (pek gamsızmış canım..).U-uuru u-u, zü-üürü ü-ü diye bir şarkısı vardı bir de. Benim hayatımla pek ortak yanının olduğunu söyleyemeyeceğim ama olsun .

Şimdi ne yapıyordur acaba? Çoluk çocuğa karışmıştır muhtemelen. Çocukları ayıla bayıla Dora'yı izlerken, "siz bir de annenizi o yaşta görecektiniz" diyordur herhal.

Hey gidi Heidi hey!

2 Kasım 2010 Salı

Sevgili Günlük,
Bugün gül gül öldüm!

Öyle işte, gül gül öldüm. Bir de yeni bir kedi ile tanıştım. Adı Hamur.

Güzel bir gündü yani.

29 Ekim 2010 Cuma

egzoz, avokado ve kaşarlı tostun sırları

Sevgili Günlük,
Geçen gün sanayi sitesine yolum düştü. (Evet, fabrikalar, otoyollar ve sanayi siteleri arasında bir hayat sürüyorum sevgili günlük. David Lynch görse hemen buraya bir set kurar.)

Sanayi sitesi gezimin sonunda şu karara vardım : "Egzoz" kelimesi Türkçe sözlükten çıkarılmalı. Egsoz da, eksoz da...Ve hatta ekzoz da...Evet, gerçekten bu yapılırsa çok ferahlayacağım.

Bu arada, en son ne zaman avokado yemiştim hatırlamıyorum. ("Avakado" mu yoksa?) Ama hayır, doğrusu her ne ise bu kelimeyi korumamız gerekir.

Yiyeceklerle aramdaki o güzel bağı (elektrik de diyebiliriz buna) bilmem anlatmama gerek var mı? Geçen gün kütüphanede "başarılı koçun sırları" adlı kitabın adını ilk anda "kaşarlı tostun sırları" diye okudum. Aç da değildim oysa.

Sahi ne acaba kaşarlı tostun sırları?

27 Ekim 2010 Çarşamba

özgün bir masal

Sevgili Günlük,
Aslında ne zamandır bir masal yazmak istiyordum. Diğer yazarlardan etkilenmemek için çocukluğumdan itibaren okumayı da kesmiştim zaten. (Epey oldu. Sanırım artık rahat rahat yazabilirim.) "Masalların modern sesi" olarak anılmak çok hoşuma gider doğrusu...

İşte yazdığım masal :

Bir kralın üç kızı varmış. Tahtını üçünden birine bırakmak istiyormuş ama bir türlü karar veremiyormuş. Üçüne de ayrı ayrı sormuş :

- Beni ne kadar seviyorsun büyük kızım?
- Seni brokoli kadar seviyorum babacım. Biliyorsun brokoli her şeye birebir. Doymuş yağ, doymamış yağ, glisemik indeks filan hepsinden sınıfı geçiyor.

- Peki ya sen ortanca kızım?
- Seni pilates kadar seviyorum babacım. Esneme, doğru nefes alıp verme, duruş şekli...Bunların hepsi hayat kalitesini artıran şeyler. Hamile pilatesi var ayrıca. Senin odandan TV8 çekiyor, değil mi?

- Ya sen en küçük kızım?
- Seni üç beyaz kadar seviyorum babacığım: Un, tuz ve şeker.
- Neee? Tansiyonum, kolestrolüm olduğunu bile bile nasıl böyle dersin?
- Sosyalleşme, marjinalite, öteki, beriki, insan tipolojisi. Bunlar önemli olgular baba.
- Şuna bak, babasının karşısında nasıl konuşuyor...Çabuk bu ülkeyi terket, derhal! Vizen vardır umarım. Kaç defa dedim sana vizeni geciktirme diye. Bir şeyi de zamanında yap!

Kral kızını saraydan kovar. Ülkede brokoli ve pilatese yatırım artar. TV8 devlet kanalı ilan edilir. Tüm ülke poğaçasız ve hatta şekerli yoğurtsuz bir hayat sürmeye başlar. Kral da sağlıklı olduğundan bir türlü ölmez, pilates toplu tahtında oturmaya devam eder. Sonra ülkede üç beyaz sıkıntısı başlar. Kral bir gün, yine sabah sabah TV8 karşısında pilates nefesi almaya çalıştığı sırada isyan eder "hay sizin brokolinize de pilatesinize de" deyip kalktığı gibi cepten en küçük kızına mesaj atar :
"Kızım hemen dön, gelirken de iki ekmek kap gel. Bir de bulabilirsen açma ve tahinli pide."

İşte anafikrini ( anafikirlerini demek daha doğru) özenle sakladığım, alt metni üst metinle harmanladığım, kalan yerlere de göndermeleri çabasız bir şıklıkla serpiştirdiğim bir masal sevgili günlük. İstiyorum ki okuyanlar üzerinde kafa yorsun. Japonlar'ı da örnek olarak verecektim ama hevesimi diğer masala sakladım.

Masaldaki olgu" lafını da iyi buldum ama....Masala modern bir hava kattı. 

Acıktım ben yine....

25 Ekim 2010 Pazartesi

jamaika jamaika

Sevgili Günlük,
Rüyamda yine Jamaika'daydım. (Neyse ki tantuni yoktu.) Bu kez bir şey almaya kalkıyor ve fena halde dolandırıyordum, paramı geri isteyince de avucumu yalıyordum. Rüya filan demeyip bayağı uğraşıyordum paramı alabilmek için. Oysa uğraşmayıp binanın dışına çıksam deniz göreceğim belki de. Peh!
Ama artık biraz daha güneye, Latin Amerika dolaylarına gitmek istiyorum. Peru olabilir mesela. N'apsam, yatmadan maçu piçu resimlerine mi baksam??

Gezmek ne güzel şey!

8 Ekim 2010 Cuma

yağmurlu günler

Sevgili Günlük,
Yağmurlu günlerde herkes evinde oturmalı. Hatta tembel tembel oturmalı. Evet, evet, hatta şekerli yoğurt yiyip kedisini sevmeli. (Bir yere not al: Yağmurlu günler "ev kedileri bayramı" ilan edilebilir.)Aslında pencere önünde oturmaya da müsait bir gün.

Başa gelirsem böyle bir düzenleme öngörüyorum. Ne var ki kimse ısrar etmesin kadife eşofmanları yasaklamayı düşünüyorum. Tamamen kişisel nedenlerden.

Not: Bu yazıyı yazmamın hemen ardından Karadeniz'den pek çok okurum arayıp beni destekleyeceklerini açıkladı. Sağolun varolun. Şekerli yoğurdun böyle bir etki yapacağını tahmin ediyordum.

Bak, kadife eşofman meselesine değindiğim de iyi oldu.

6 Ekim 2010 Çarşamba

kadife eşofmanlar!

Sevgili Günlük,
"Ot kutür"le geç tanışmamın biricik sebebi - bir zamanlar ailecek resmi kıyafetimiz olan kadife eşofmanlardır.

Sadece evde kendi halimizde TV izlerken değil, misafir geleceği zaman da giyilirdi (misafirlik için daha süslüleri vardı.)  Çünkü misafirler de kadife eşofmanlarını giyerek gelirdi. (Her şey beni ot kutür'den uzak tutmak için planlanmış sanki) Yılbaşında da parlak renkte olanları tercih edilirdi. Hiç bir kıyafet, abiye bir kadife eşofman kadar korku verici olamaz sevgili günlük. Ne alttan çıtçıtlı bluzlar, ne ayaktan geçmeli taytlar.....

Kişisel tarihimde ters takla travmasının hemen ardından gelir kadife eşofmanlar.

26 Eylül 2010 Pazar

beyaz leblebi olmak

Sevgili Günlük,
Karışık çerez tabağında sona kalan beyaz leblebiler için bir şey yapılamaz mı?

Az sevildikleri bu kadar da yüzlerine vurulmaz ki canım..

Canım nasıl da tuzlu fıstık çekti şimdi....

21 Eylül 2010 Salı

Minti

Sevgili günlük,
Bir haftadır son derece ilginç bir sokak kedisi ile biraradayım. Etrafta, şaşaalı konak yaşamını geride bırakmış, güngörmüş bir İstanbul hanımefendisi havalarında dolaşıyor. Varlığı varlığımıza bir armağan...Sürekli bir poz, habire söyleniyor. Bir şey söylüyorsun, hemen cevabı hazır.

Gel gör ki adını Minti koymuş mahalleli. Pek memnun görünmüyor, adı söylenince yüzünü ekşitiyor. Atıfet ya da Mihrimah adından daha çok hoşlanırdı sanırım.

Neyse, şu anda bu tarafa bakıyor. Sanırım anladı...

17 Eylül 2010 Cuma

susuz şehirler

Sevgili Günlük,
Su kenarında olmayan küçük şehirlerin boynu bükük bir hali oluyor. Hele de yaz gecelerinde...

Neyse ki çekirdek diye bir şey var sevgili günlük.

3 Eylül 2010 Cuma

hayat yalnız bir yolculuk

Sevgili Günlük,
Kitapların arasında, tek başlarına gezinen küçük yaratıklar var. Bir ömür boyu kitapların arasında mı geziniyorlar, hiç kendileri gibi birileri ile karşılaşıyorlar mı, nasıl bir hayatları oluyor acaba?

27 Ağustos 2010 Cuma

hayranım hayransın hayran

Sevgili Günlük,
Bugünlerde birşeylerin hayranı olmam için e-posta yoluyla sürekli ısrarcı teklifler alıyorum. Hayranlık müessesesinin böyle işlediğini bilmiyordum doğrusu. Ayrıca bir çamaşır makinesine hayran olmak aklımın ucundan dahi geçmemişti. Bilmiyorum, belki de "o" makineyle henüz karşılaşmadım...

Büyük konuşmamak lazım. You never know demişler.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

haksız rekabet

Sevgili günlük,
Uzakdoğu'dan bir Newton çıkma ihtimali hemen hemen hiç yokmuş bence. Hindistan cevizini, papayayı, ananası düşünüyorum da...Newton mu kalır ortada?? Haksız rekabet!!

1 Temmuz 2010 Perşembe

vapurlar niye böyle?

Sevgili Günlük,
Neden vapur hep benim oturduğum tarafın tersine hareket ediyor? Neden ama neden?
Belki de sorunu biraz da kendimde aramalıyım. Evet, evet, vapura binende hata!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

arımayalı romantizm

Sevgili Günlük,
Romantizme dair hatırladığım ilk şey ilkokulda, hoşlandığım çocuğun karşı sıradan silgisinin üzerindeki Arımaya'yı gösterip "bu sensin" diye işaret ederek onu yanağına götürmesi ve akabinde ortamda paldır küldür gelişen bir kavgayla birlikte silgiyi birinin kafasına fırlatmasıydı. (Evet sevgili günlük bunda bir beis görmemişti.)

İşte ben romantizmin kısa süreli olduğunu o küçük yaşımda öğrendim. Yaşadığım her şeyden bir ders çıkarırım ben sevgili günlük ve hayır, yanaklarım Arımaya kadar tombul değildi. Yani Arımaya o sıralarda silgilerin üzerinde bulunan en zarif resim sayılabilirdi. Lütfen, bu konuda bir yanlış anlaşılma olmasın.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

çok ciddi bir dizi

Sevgili Günlük,
Bir dizi var. Dizideki herkes şiir okur gibi konuşuyor. Kimsenin şakası yok. Arkada da keman çalıyor habire, çok geriliyorum. Bir de ara ara içinde bela, kıyamet, silah, cehennem kelimeleri geçen özlü sözler söyleniyor.
Bilmem, şekerli yoğurtla hiç iyi gitmiyor.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Rastgele İyilikler Haftası

Sevgili Günlük,
İnsanlar her yıl Anneler günü, Sevgililer Günü, Dedeler Günü kutlamaktan sıkılmıyorlar mı? Bence en çok anneler sıkılıyorlar... Sabah sabah elinde paket yapılmış elektrikli kabak oyacağı, sarımsak ezeceği ile karşılarına çocukları dikilince...Kibarlıklarından bir şey demiyorlardır.

Bu arada, Rastgele İyilikler Haftası diye de bir hafta varmış. Yeni öğrendim. Herkes o hafta içinde gelişigüzel iyilikler yapmaya çalışıyormuş. Gidip trafik ışıklarında filan bekliyorlar sanırım. Aslında ben de böyle bir haftaya katılmak isterim ama ne yazık ki Şubat ayındaymış. Neyse, artık bir sonraki seneye...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

prensip meselesi!

Sevgili günlük,
Bir arkadaşım vardı, bir şeyi neden öyle yapıyorsun diye sorunca "prensip meselesi" derdi. Konuşma da orada sona ererdi.
Zaten konuşmaları bu tür sihirli sözlerle sonlandıran kişiler olur, yeni konu bulmak da kendini bu alanda üst düzey sorumlu hisseden  karşı tarafa düşerhep. İşte böyle bir görev bölüşümü olur sevgili günlük.
Ben de hep bu ifadeyi kullanmaya özendim ancak soru sorduracak bir prensibe sahip olamadığım için hiç kullanamadım. Ama bundan böyle yeni yeni prensip meseleleleri edinmeyi en birinci prensibim sayıyorum bundan böyle.
Yeter artık, yeni konu da bulmayacağım!!!!

-Aaa, neden erteleme düğmesine iki kereden fazla basmıyorsun???
-Prensip meselesi.

-Neden elmanın çekirdeklerini de yiyorsun?
-Prensip meselesi.

-Neden vapurda insanların ne okuduklarına bakıyorsun?
-Prensip meselesi.

29 Nisan 2010 Perşembe

piknik

Sevgili Günlük,
Pikniklerde beni bir sıkıntı basıyor. Böyle doğanın ortasında, ısrarla bir yerde kalabalık kalabalık oturmak içimi daraltıyor.
Yoksa lastik topu çok severim.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Devlet dairesinde resim yapmak


Sevgili Günlük,
Devlet dairelerinde sihirli bir şey olmalı. Sırada beklerken, beklerken, beklerken bir de bakmışım defterler doldurmuşum. Çay kaşığı sesleri arasında resim yapmak gibisi yok. (Herkes çayını aynı anda karıştırıyor.) Fırsat buldukça gideceğim.

İki saat sonra....

15 Nisan 2010 Perşembe

sokakta şarkı söylerken

Sevgili Günlük,
Dün sakin bir sokakta yürürken birden şarkı söylemeye başladım (hayır, "mevsimler yas tutup güller ağlasın"ı değil) Sonra kendimi şarkının ritmine kaptırıp hızlanarak yürümeye başladım. Artık iyice yüksek sesle söylüyordum. Adeta bir "Singing in the Rain" a'nı yaşıyordum sevgili günlük, bir sokak lambası görsem sarılıp çevresinde dönecektim (Yeşil, büyük çöp kutularından vardı ama)
Tam o sırada yan sokaktan biri çıktı, arkamdan yürümeye başladı. Şarkı söylemeyi kesemedim, ama aynı şekilde söylemeye de devam edemedim. Kontrollü bir şekilde azar azar yuttum sesimi. 

Sonra da neden böyle yaptım acanba dedim? Kendi kendine sevinmek suç mu?

Müzikaller açıktan yalan söylüyor. Kimsenin şarkıya katıldığı filan yok....Sokak lambaları da yetersiz...

2 Nisan 2010 Cuma

Ali Baba'nın Çiftliği'ndeki hayvanlara bir kısıtlama gelsin lütfen!

Sevgili günlük,
Şimdi bir şey itiraf edeceğim. Çocukluktan beri hiç sevemediğim bir çocuk şarkısı: Ali Baba'nın Çiftliği. İnsanı ezecek derecede ağır söylenen Kutu Kutu Pense'nin etkilerinden yeni yeni sıyrılmaya başlamıştım ki karşıma bu şarkı çıktı. Çocukluğun yolları taşlı mı taşlı. Ne zaman söylenmeye başlansa kaygıyla şarkının bitmesini beklerdim. İstenildiği kadar sünebilen bir şarkı olduğundan şarkı asla bitmezdi. (Neyse ki nasıl ses çıkardıklarını bilemediğimiz hayvanlar vardı.)

Dahası, çocukların bu şarkıya bayıldığı düşüncesiyle mücadele etmek çok zordu. Bize ne zaman misafir filan gelse bana bu şarkıyı söylettirmek için adeta birbirleriyle yarışırlardı. Eşlik edip "çiftliğinde" deyip susarlar, bir hayvan adı söylememi beklerlerdi.

Oysa ben "mevsimler yas tutup güller ağlasın"ı söylemek isterdim...

Evet, zor bir çocukluk geçirdim anlayacağın...

29 Mart 2010 Pazartesi

Nefes kesen bir Toronto macerası

Sevgili günlük,
Bu yaz Toronto'da iken her gün önünden geçtiğim bir pasta dükkanı vardı. İçerisi loştu, esrarengiz görünüyordu. Hansel Gretel'i filan da düşünüce içeri girmeye biraz korkuyordum.  O yüzden vitrinin önünde ciğerci kedileri gibi dolaşıp duruyordum.
Dükkan kapalı olduğunda pastalar da kayboluyordu. Hmmm, neden acaba ???

Derken bir gün tüm cesaretimi toplayıp içeri girdim ve "Excuse me, is there a post office near here? Bu arada, dükkanınızın fotoğrafını çekebilir miyim? Hatta biraz pasta alabilir miyim?" dedim. İçerisi vanilya kokuyordu. Kadın "sizi şu kafese alalım önce", demedi . "Olur tabii," dedi. (Hmm, ne de çabuk kabul etti...)
Hemen aleacele her gün önünden geçtiğim pastaların fotoğraflarını, bu kez dükkanın içinden çektim.
El çabukluğuyla bir de tezgahın fotoğrafını çektim. Her an her şey olabilirdi. Yine de o küçük topkek gibi olan "cupcake" lerden bir kutu almayı ihmal etmedim. Onların da fotoğrafını çekseydim keşke diye düşündüm ama artık çok geçti...Hızla oradan uzaklaştım. Artık yeni maceralara atılmaya hazırdım!
                                                    MUTLU SON

27 Mart 2010 Cumartesi

küçükburjuva

Sevgili Günlük,
Küçükburjuva ifadesini lise yıllarında öğrenmiştim. Cümle içinde her kullanışımda, kendimi yetişkinlerin dünyasına biraz daha yaklaşmış sanırdım.

Çok da anlamını hissetmeden kullanırdım. Çünkü:
- Ne kadar çok kullanırsam o kadar iyiydi.
- Bu durum ne yazık ki benim de bir küçükburjuva olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. ("pardon" diyordum çünkü -türkçesini kullanmak dururken-. bunun böyle olduğunu bir arkadaşım söylemişti.)
- Annemin küçükburjuva olduğuna şüphe yoktu (O da "pardon" diyordu. Bir de, misafir gelince sofraya hep süslü peçete koyuyordu.)
-Kardeşim de bir küçükburjuva sayılırdı. (O "pardon" demiyordu. Çüş diyordu daha çok. Ama bando takımındaydı işte.)
- Sadece annem, ben ve kardeşim değil neredeyse tanıdığım herkes öyleydi (allaam, napacağım ben)
- Kendine küçük burjuva diyenler, demeyenlerden bir adım daha öndeydi (neyse ki)

bir de, hissettirmesem de, küçük burjuvalığın  sevdiğim şeylerle ilişkilendirilmesine biraz bozulurdum. sabah kahvaltısı, çilek reçeli, filmler, kafeler gibi...

bu durumu yanlış anlamış da olabilirim tabii...kafam hala karışık biraz. küçük burjuvalığıma verin artık. büyüyünce öğrenirim.

22 Mart 2010 Pazartesi

kelimeler, kelimeler, kelimeler

Sevgili günlük,
Okul yıllarında kompozisyon ödevlerinde hep kullandığım bir teknik vardı: Can alıcı bir kelimeyi art arda üç kere tekrarlamak. Bunu keşfettiğimde, en az konuyla ilgili bir atasözü bulmuş kadar mutlu olmuştum, ondan sonra sık sık bu yola başvurmuştum. O zaman bunun çok havalı bir anlatım şekli olduğundan öylesine emindim ki... Bir daha ne zaman fiyakalı yazdığımdan böylesine eminn olurum kimbilir.

O zamanlar aslan yattığı yerden belli olurdu -bu bana hala tuhaf geliyor doğrusu- ve ağaç da yaşken eğilirdi. Şimdi durum nedir bilmiyorum. Nerden nereye işte...Hatıralar, hatıralar, hatıralar...(Yok, yok, hala havalı)

19 Mart 2010 Cuma

sıkıntılar

Sevgili günlük,
İnsanın sıkıntıları geçip gidiyor, yerine yenileri geliyor.

Bu da güzel bir şey. Yoksa hala ters takla atamadığım için üzülüyor olmak istemezdim.

18 Mart 2010 Perşembe

tuhaf bir merak işte...

Sevgili Günlük,
Vapurda, trende, kafede, vs. karşılaştığım insanların okudukları kitabın ne olduğunu çok merak ediyorum. İsmini görebilmek için çok gülünç durumlara düşebiliyorum...Kimi zaman tüm çabalarıma rağmen hiç öğrenemiyorum. (Nasıl bir merak bu bilmiyorum. Kedilerden geçmiş olabilir mi?)

Bu arada geçen gün vapurda karşımda oturan kadın bir kitap okuyordu. (Neyse ki kapağını görebildim.) İki gün sonra yine aynı kadın yine karşıma oturmasın mı? Kitabından tanıdım. İçimi bir mutluluk kapladı. Neden diye sorma, ben de bilmiyorum.

Lütfen kitabınızın kapağını gizlemeyin. Yoksa karşınızda eğilip bükülerek tuhaf hareketler yapan kişiden ben sorumlu değilim.

17 Mart 2010 Çarşamba

eğlenmek

Sevgili Günlük,
Ben burada bilgisayar başındayken umarım birileri çok eğlenmiyordur. Yoksa çok bozulurum.



5 Mart 2010 Cuma

kurşunkalem

Sevgili günlük,
Kurşunkalem gibisi yok. Hele tepesinde silgisi olmayanları...Onları kemirebiliyorsun da. Tadını, kokusunu, yazarken çıkardığı hışırtıyı ve bir süre sonra silinip gitmesini seviyorum. Seviyorum işte, seviyorum!!!

İlkokul yıllarında, kursunkalemin üzerindeki peri kızları bile insanı mutlu olmaya yeterdi. Ne tuhaf, değil mi? Defter aralarında saklanan kursunkalem etekleri vardı bir de.
Bazen kursunkalemde kalmak istiyorum sevgili günlük, dünyayı düz bilenlere imreniyorum. (Madam Curie duysa, kimbilir beni nasıl ayıplardı!)
Bir gün klavyelerle ilgili böyle sözler edebilecek miyiz dersin?

28 Şubat 2010 Pazar

kısmet...

Sevgili Günlük,

Düşünüyorum da başka bir yerde de doğmuş olabilirdim. Beyaz geceler görebilirdim, kışın buz tutan bir gölde paten kayabilirdim. İsmim Erlendurg, Siguldur gibi bir şey olabilirdi. Sabaha bir kase pirinçle başlayabilirdim ya da muz kızartması yer, kitaplarda okuduğumda iç geçirmeyebilirdim.  Parkta yürürken bir zürafaya rastlayabilirdim.

İşte ben de burada doğmuşum. Çekirdek çitleyip dizi izliyorum!

25 Şubat 2010 Perşembe

sebzeler, meyveler ve sağlıklı hayat

Sevgili günlük,
Televizyon deyip de geçmemeli. İnsan neler neler öğreniyor. Mesela elmaya, eriğe kılıf dikmek!!!
Ben de tam yeni bir şeyler yapma isteğiyle kavruluyordum....
Teşekkürler kafasına bir demet maydonoz takmış kadın! İçim açıldı. Sebze meyvelerle bu tip yaratıcı faaliyetler açısından çok kötüyüm. En son patates baskıda kaldım:(

Ben de hemen kendime yeşil soğandan bir  bilezik mi yapsam?  Bu her şeye heves eden halim beni öldürecek.

Bunun kursu var mıdır acaba?

22 Şubat 2010 Pazartesi

kokulu öpücükten sonra başlayan dizi

Sevgili günlük,
Televizyonda izleyicilere kokulu öpücük gönderilen bir programın ardından bir dizi başladı. Kız erkeğe, "gözlerime bak ve onu sevdiğini söyle," dedi. Çocuk söyleyemedi, kız da çocuğun kendisini sevdiğini anladı.

Doğrusu hiç aklıma gelmemişti.

Hayatta daha neler kaçırıyorum kimbilir...Hiç alttan çıtçıtlı bluzum da olmadı zaten.

Gidip şekerli yoğurt yiyeyim en iyisi...

19 Şubat 2010 Cuma

sanal gülücük

Sevgili günlük,
Bu sanal gülücüğe bir dadandın mı bırakamıyorsun. Koymadığın zaman surat asmışsın gibi oluyor. Diğer türlü de iş çığırından çıkıyor....Ne yapacağım bilmiyorum :(

Kimin başının altından çıkmış bu, Bill Gates'in mi yoksa? Kurtulmam lazım bu gülücükten. En azından başta biraz azaltmayı denerim. Evet, tam bir tiryakilik.

18 Şubat 2010 Perşembe

kıvırcık hayat

Sevgili Günlük,
Dış görünüşlerimizin hayatımızı nasıl etkilediğini bilmek kolay değil ama bazen çok merak ediyorum, acaba kıvırcık saçlı olsaydım hayatım nasıl olurdu? Çilek reçelini ya da avokadoyu sever miydim hala?
Belki tam zamanlı bir trapezci olurdum! Kimbilir belki de tapu kadastroda çalışırdım ya da son ütücü olurdum ya da düğün pastaları yapardım, ne bileyim. Belki dolmuşta para üstü istemeden önce bu kadar çok düşünmezdim, "ben sana yandım zühtü" yü cep telefonu melodisi olarak seçerdim. Aman bilemedim şimdi...Çok ihtimal var.

Ama...
Pırasa saçlarım var benim. Çilek reçelini severim.Dürüp dürüp düp!!!

Yalnız "ben sana yandım zühtü"yü ciddi ciddi düşünüyorum...Olabilir, yapabilirim.

12 Şubat 2010 Cuma

büyümek

Sevgili günlük,
Sıkıcı bir hayatı kabullenmeye büyümek ve hatta olgunlaşmak deniyor sanırım.

Cuma olmasına rağmen pek heyecanlı bir gün sayılmaz. Evde avokado kalmadı!

11 Şubat 2010 Perşembe

bugün de güzel bir gün

Sevgili günlük,

Bu sabah orta büyüklükte bir avokado yedim.

Güzel bir gün olacağa benziyor...

9 Şubat 2010 Salı

güzel bir gün

Sevgili günlük,

Bugün veri madenciliği neye denirmiş onu öğrendim. (Çok yararlı bir şeymiş. Belki bir gün yaparım.)

Bir de koca bir avokado -japoncadan mı gelmiş acaba- yedim.

Güzel bir gündü yani...

5 Şubat 2010 Cuma

mikroskopla karpuz


Sevgili günlük,
Düşünüyorum da okul yıllarında en zor anlarımı mikroskopla yaşadım. (Beden eğitiminde yaşadığım ters takla travmasını es geçiyorum şimdilik.) Aslında Madam Curie'ye çok özenirdim, dönem sonundaki tatil planlarım arasında at binmek, dikiş dikmek, piyano çalmak ve Madam Curie gibi olmak yer alırdı. Ama yaz tatili daha çok, balkon yıkamak ve karpuz yemekle geçerdi.

Neyse, içimde bir fen aşkı yeşermedi sevgili günlük. Şartlar elvermedi. Görülmesi gereken şeyi mikroskopta göremedim bir türlü. Suçu hep mikroskoba attım. Deney raporlarını da uydururdum zaten. Bunu da ilk kez burada açıklıyorum. Sevgili günlük, geçmiş ne kadar yüz kızartıcı, değil mi?

Yalnız o zamanki karpuzların tadı bir başkaydı!

*görsel şuradan.

1 Şubat 2010 Pazartesi

kendini şımartmak

Sevgili günlük,
Geçen gün bir dergide "kendinizi şımartın" diyordu. Ben de hemen kolları sıvayıp kendime (şekerli) leblebi tozu yaptım. Yerken az kalsın boğuluyordum.

Sanırım bunu kastetmemişlerdi.

Acaba gidip göl kıyısındaki ördeklere baksam, olur mu?

30 Ocak 2010 Cumartesi

trapezci ve kütüphaneci olmak

Sevgili günlük,
Küçükken trapezcileri anlatan, sirklerde geçen filmler olurdu pazar günleri. Trapez üzerinde olmak müthiş gelirdi bana. (Gerçekten de müthiş bir şey değil mi ama?) Kendimi trapezin üzerinde hayal ederdim. Bir de kütüphane memuru olmak isterdim. Şimdi bu durum çok tuhaf göründü bana. Birbiriyle toplanması kesin surette yasak olan elmayla armut gibi yani...

Eminim Balzac böyle tuhaf durumlara düşmemiştir hiç.

27 Ocak 2010 Çarşamba

balzac

Sevgili Günlük,
Balzac'la tanışşam hiç anlaşamazmışım. Bugün bunu çok daha iyi anladım. Burcunu tahmin ediyorum ama söylemeyeceğim.

Bir kere şu blog sahibi olsaydı kendileri, ilk cümleyi söyleyebilmek için önce 2010 yılındaki siyasi gelişmeleri, zamanın Napolyon'u kimse artık,  onun neler yaptığını anlatır, sonra karşı komşunun servetinden, kanepesinden, cep telefonu kılıfının üzerindeki resimden sözeder, ardından bir de tatlı tarifi verirdi. Araya bir de tapu kadastro dairesinin işleyişini sıkıştırırdı. Sonra diğer tanıdıklarının servetlerine geçerdi.

Off, off, ömrümü yedin Balzac! Artık kısa mesaj diye bir şey var...xoxo!

Sen de kıymetimi bil, sevgili günlük!

25 Ocak 2010 Pazartesi

kar

Sevgili Günlük,
Kar yağınca -Kibritçi Kız hayatıma girdi gireli- tam bir sevinç yaşayamasam da karın dünyanın rengini değiştirip sesini biraz kısmasını -anneannemin deyişiyle çenesini çekmesini- seviyorum. Karın kendisi gibi, küçük küçük mucizeler yağmalı...Muhtelif Noel Babalara duyurulur!

Öte yandan kış uykusu, bana ayıların insanlardan daha akıllı olduğunu söylüyor. Tabiatın sesini dinlemek lazım biraz. Yoksa çok çalışkan biriyim, biliyorsun...

Gofret çekti canım...

11 Ocak 2010 Pazartesi

ferdi koruma kalkanı

Sevgili Günlük,
Tam bodhi ağacının altında oturmuş düşünürken bir telefon geldi. Bana ferdi koruma kalkanı almayı düşünüp düşünmediğimi sordular. Sigorta şirketinden arıyorlarmış. Bu bir tesadüf olamaz sevgili günlük. Burada bana verilen bir mesaj var ama tam da anlayamadım. (Ak saçlı ihtiyarlar eskide kaldı, sağolsun Graham...)

Şunlardan biri, belki de hepsi, olabilir:

-Erteleme düğmesiyle didişip durma. Büyük düşün!!!!
-Artık şu Star Wars'ı bir an önce izle ve öğren, yoksa fena olur!!!
-Yakında bir süper kahramana dönüşeceksin! Koruma kalkanını kabul et!!!
-Hoş geldin 2010!!!!
-Bir bilmecem var çocuklar (bunu kendi irademle yazmadım, adeta bir güç bana bunu yazdırdı)

6 Ocak 2010 Çarşamba

başlık maşlık yok

Sevgili Günlük,
Blog sayfasının üstündeki "kötüye kullanım bildir" yazısı çok sinirimi bozuyor. Bir kere düşük bir cümle. "Düşük" de ne biçim bir ifade. Kalleş der gibi... Sırf anlatım bozukluğundan dolayı bir cümleye bu kadar yüklenmemek gerekir.

Amaaan, her şey olacağına varır...

5 Ocak 2010 Salı

görev tanımı

Sevgili Günlük,
Görev tanımı dedikleri şey çok önemli. Bundan dolayı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kolunda iken epey sıkıntı çekmiştim. Temizlik Kolu gibi görev tanımı çok net olan eğitsel kolların yanında, görev aşkıyla ne yapacağımı bilemeyip kendimi çok işe yaramaz hissetmiştim. Umarım bu sorunu halletmişlerdir artık.

Gidip şekerli yoğurt yiyeyim bari.

klasik müzik

Sevgili Günlük,
Ne zaman klasik müzik dinlesem o anda yaptığım işin çok önemli ve anlamlı olduğunu düşünmeye başlıyor, hemen sonra ilahi birşeyler olacakmış gibi havalara giriyorum. Yoksa filmlerden mi etkileniyorum? Noluyor bana böyle kuzum?

Bir de bugün bir şey keşfettim. Evet bir "keşif" denebilir çünkü bunu klasik müzik dinlerken düşünüyordum! İnsanlar kulaklarını temizledikten sonra muhakkak önce temizledikleri pamuğa, vs. bakıp öyle atıyorlar. Neden acaba? Bence Freud olsa bir şeyler söylerdi bu konuyla ilgili... Belki de söylemiştir. Ave maria eşliğinde...