19 Mayıs 2015 Salı

yağ satarım bal satarım

sevgili günlük,
içimde kalmasın da söyleyeyim. çocukken ustası ölmüş bir çocuğun hoplaya zıplaya yağ-bal satmaya devam etmesine (çocukların da bunu alkışlamasına) hep içerlemişimdir. ya adamın kürkünü okutmaya kalkmasına ne demeli? "satsam oradan cebime on beş lira girer" hesapları filan.
yağın batsın e mi?

6 Kasım 2013 Çarşamba

çokomel asla sadece çokomel değildir!

Sevgili günlük,
Geçen gün 8 yaşında bir çocuğa eskiden çokomelin dışındaki kağıdı tırnağımızla nasıl düzleştirdiğimizi ve sonra o şekilde kalmaları için bir defterin arasında özenle sakladığımızı anlattım. (Kenar süslerine girmedim bile.) Bu yerden bitme, burnunu kırıştırıp bana şöyle dedi: "Niye ki?"
Evet, hayat bazen çok acımasız sevgili günlük. Bir kuşağı böyle basit bir soru cümlesiyle ezip geçmek çok gaddarca. Biz ki boğulma tehlikesini göze alıp külahtaki o leblebi tozunu bitirmeyi başarmış bir kuşağız.
Fakat yazdım bunu bir kenara. Bu pokemoncukları da göreceğiz bakalım. Hıh!

19 Ağustos 2013 Pazartesi

bir doğumgünü hediyesi ve tencere dibi kremasının çocuk gelişimine faydaları

Sevgili Günlük,
İrem ve Özgür'e çok teşekkür ederim. Kimilerine göre ayın 30'unda kimilerine göre ayın 31'inde olan doğumgünümde Hansel Gretel evine ışınlansam ve hatta şekerli yoğurtlu bir pastanın içinde (o da olacak inş.) konaklasam bu kadar sevinmezdim.

Bu arada söz pastalardan açılmışken, aramızda çocukken tencere dibinde kalan kremayı eliyle sıyırıp parmaklarını yalamamış olanlar varmış. Büyükler, çocuklarınızı bu yapış yapış (mmmh mmmhhh!) deneyimden mahrum etmeyin. Ben ters takla ve hatta post-perma (bkz. çocukluğumda tarzımı değiştirmem için bana baskı yapan mahalle kuaförleri) travmasını nasıl aştım sanıyorsunuz?

13 Haziran 2013 Perşembe

eyvah yoksa marjinal mi oldum?


Sevgili günlük,
Çok tuhaf şeyler oldu. Her şey sonradan çapulcu olduklarını öğrendiğimiz bir grubun Gezi Parkı’ndaki ağaçlara sarılmasıyla başladı, sonra onlara marjinal gruplar eklendi. Oysa “her yer beton, her yer rezidans” ilkesiyle nezih bir ortam yaratılmak isteniyordu. Taksim gibi şehrin terk edilmiş bir bölgesine böylece daha fazla insan ve araba çekilebilecek, İstiklal Caddesi'ndeki kahve zincirinin otuz ikincisi açılabilecek, ağaç altında aylak aylak, hiç para ödemeden oturanlar –ne gamsızlık!- temizlenecekti. Hepimizin istediği de bu değil miydi? Vatandaşlık görevimiz çocuk doğurup ekonomiyi canlandırmaktı, boş boş parkta oturmak değil! Birileri gayrı safi milli hasılalı cümleler kurdu, marjinal gruplara ve sırf ekonomiye zarar vermek, polisi kötü göstermek için yaralananlara kızdı.

Arada yumuşak bir ses tonuyla aklıselim deyip duran birileri de oldu. Her defasında sözlüğe bakmak zorunda kaldım. Bir de bağıran adam vardı. Sokaktakilere karşı çapul, çaput, paçavra gibi birtakım sert ünsüzlerden oluşan kelimeleri sıralıyordu ve evde oturanlara onları şikayet ediyordu. Ne çok marjinal grup vardı, Fırtına Vadisi marjinalleri, LGBT marjinalleri, etraf marjinalden geçilmiyordu. Herkes şuna yeter, buna yeter diye bağırıp duruyordu. Ben de arada bağırıyordum acaba ben de mi marjinalim diye içime bir kurt düştü. Marjinaller doğrusu çok gürültü yapıyorlardı, o yüzden haber kanalları insanların kafası rahatlasın diye penguen belgeselleri yayınladı, fakat kimseye yaranamadı. (Oysa ne tatlı hayvanlardır! Şahsen ben çok severim ve takdir ederim. Soğuktan hiç şikayet etmezler.)

Sonra o ilk baştaki çapulcular bu bir haftada “yavrularımız, evlatlarımız” oldu, valimiz ıhlamurlar altında aşkla bağlandı bu gençlere. Marjinallerin çok miktarda polisi yaraladığı, olayın sorumlusunun da birtakım lobiler ya da kobiler (bobiler de olabilir) olduğu ortaya çıktı. Sonra valimiz çıktı, iyice küçülen çapulculara “çocuklar, agucuklar, anneniz nerede bakayım sizin?” dedi bir baba şefkatiyle. “Cici, cicisiniz siz,” diye onları sevdi. Onları emrindeki polislerden korumaya çalışıyordu. Ama naapsın, olmadı. Polisler başka yerlerde de göstericiler karşısında canla başla çalıştı, haşerelere karşı mücadele verircesine. Kafka görse gözleri yaşarırdı. Cidden! Etraftaki kuşlar pıt pıt düştüler. Yasa dışı olabilirlerdi.

Bu arada bir adam çıktı, ülkeye kurşun dökmenin hepimize iyi geleceğinden bahsetti. Anlayacağınız marjinallik diz boyuydu! Bir ara, tüm bunların ortasında neden sokakta deniz gözlüğü ve baretle geziyorum, penguenler nasıl üşümüyor, polis bizi kimden koruyor ve bizi polisten kim koruyacak diye epey düşündüm. Bu filmi bir yerden hatırlıyordum. Sonra diren hafıza dedim, diren hafıza. Gerisini hatırlamıyorum:)


6 Kasım 2012 Salı

atilla atasoy hayranlığı


sevgili günlük,
küçükken erol evgin değil, atilla atasoy ve samime sanay hayranıydım. hala da arkasındayım bu hayranlığımın. tv'de samime sanay çıkınca evdekiler "ay, şarkı söylerken uyuyacak şimdi" deyip beni deli ederlerdi. içimden  samimeciğime "uyuma, uyuma," diye tezahürat yapardım, o da uyumadan şarkıyı tamamlardı neyse ki.

atilla atasoy'un yeri ise bambaşkaydı. kendisi burcunu merak ettiğim ilk ünlüdür aynı zamanda (tabii ki yay!) bir komşu "ayol bu adam da kimseye yaranamadı, başında da saç kalmadı" demişti. çok sinirlenmiş, elmalı kurabiyelere rağmen derhal orayı terketmiştim.

türkçe sözlü hafif müzik kuşağını kaçırmamaya çalışır, bekler de beklerdim. coşkun demir, ersan erdura, bilgen bengü filan çıkardı da bir türlü kendisi çıkmazdı. trt'nin ne alıp veremediği vardı bu adamla?

yukarıdaki klipteki koreografinin de trt'nin atilla atasoy'a bir komplosu olduğundan şüphelenmekteyim.


14 Eylül 2012 Cuma

ev ekonomisi dersi ve resmi mercimek çorbası

sevgili günlük.
eğitim ne kadar önemli, bir zamanlar aldığım ev ekonomisi dersi sayesinde ekonomiden anlıyor, cnbce kanalında gündüz vakti aşağıdan yukarıya, sağdan sola akan rakamları sıkılmadan çok az sıkılarak takip edebiliyorum.

o sıralarda mercimek yiyip ekonomik yaşıyorduk, şiir okuyanından gazel okuyanına dek tv'de bol bol koca gözlüklü amcaları görüyorduk. (kadife eşofmanlar dönemi, evet. iyi bildin.)

kızlar ev ekonomisi derslerine gider, erkeklerse daha gürültülü, zevkli bir şeyler yaparlardı. (ne yaptıklarını hatırlayamadım tam, etamine yoğunlaşmaktan bir şaşılık durumu oluşmuştu.)

hiç unutmam sözlüde bana mercimek çorbası tarifi sorulmuştu. dedim ya, mercimeğin çok faydalı olduğu yıllardı. ders için çocuk yeleği filan örerdik. henüz kimsenin çocuğu yoktu ama olsun. ev ekonomisi böyle bir şey. önemli.

ev ekonomisi dersinin temel hedefi "evde" ekonomik ekonomik yaşamamız, kaşındıran iplerle makromeden saksılık (saksılık ya, ne sandın?) yapmamızdı. erkeklerin de gürültü yapması öngörülüyordu. işbölümü önemli.

anafikir sevgili günlük,

1. bugün saksılık ihtiyacımızı kendi kaynaklarımızla kendi kendine karşılayabilen, (bak bunun altını çiziyorum) dışa bağımlı olmayan bir ülkeysek bunu ev ekonomisi dersine borçluyuz. ekonomi uğruna biraz kaşıntıya da katlanılmalı diye düşünüyorum.

2. bu parlak nesil (tabii ki benim neslim) bugün mercimek çorbasında harikalar yaratıyorsa bunu "resmi mercimek çorbası"nın altın oran'ına borçludur (hayır, havuç koymayınız. evet, sıcak içiniz.)

*havuç konusunda ısrar etmeyin lütfen. altın oran diyorum size.


4 Eylül 2012 Salı

masallardan öğrendiklerim

sevgili günlük, son zamanlarda masallarla çok haşır neşir oldum. bir nesil onlarla büyüyor heyhat! işte onlardan öğrendiklerim:

- masallarda çok kar yağıyor. danimarkalılardan şüpheleniyorum.

- sarışın olup da kötü olana pek rastlanmıyor. (lale belkıs, neriman köksal, suzan avcı'yı tanımamış bunlar) 

- masallarda “üç çocuk” kuralı var. (varmış bir anlamı meğer.) bunlar bir yerlere hep teker teker gönderiliyorlar. ilk ikisi –salak- aynı hatayı yapıyor. üçüncü çocuk durumu kurtarıyor. 1) ilk giden kişi olmamaya özen göstermek gerekir. 2) üç çocuk şart!

- sizi ayaklarınızdan tanımaya kalkanlara itibar etmeyin (hele hele bu kişiyle evlenmeyi aklınıza bile getirmeyin.) dost başa düşman ayağa bakar.

- yatakta yatan büyükanneniz size bir tuhaf görünüyorsa bütün organlarını ayrı ayrı sorarak zaman kaybetmeyin. tek bir soru ile olayı bitirin. ya da kabul edin işte canım, o kişi büyükanneniz değil. (kırmızı başlığın bu masaldaki işlevini anlayamadım.)

- evde, kendi kendine aynayla konuşan biriyle yaşıyorsanız arkanıza bakmadan ondan uzaklaşın. özmüş üveymiş farketmez.

- ormandaki kulübeler! aman ha uzak durun. tüm manyaklar oralardan çıkıyor.

- masallarda karşılaştığım en güzel şey pastadan evdi. onda da bir yamuk çıktı vesselam. siz siz olun masallara güvenmeyin...